Perşembe, Şubat 7

Küfür Gibi: Orta Sınıf Çocuğu!

Sanırım sekiz veya dokuz yaşındaydım. O zamanlar herkesin elinde gitar, dilinde "Akdeniz Akşamları"... Walkman'lerde Haluk Levent kasetlerinin döndüğü zamanlardan bahsediyorum. Bizim evde bu şarkıyı çalabileceğim bir gitar, ya da arkadaşlarıma gösterebileceğim bir Walkman yoktu. Hiçbir zaman da olmadı. Ama ben olsun diye anneme ve babama bir süre ısrar ettiğimi hatırlıyorum. Annemden Walkman, babamdan gitar istiyordum sürekli. Walkman'im hiç olmadı fakat gitara çok yaklaşmıştım. 

Bir gün babam eve omzunda bir enstrümanla geldi. Balkonda babamın yolunu bekleyen birisi (kim olduğunu hatırlamıyorum) bana seslenerek "baban sana gitar almış" dedi. Hayatımda o kadar heyecanlandığım başka bir zaman ya hiç yoktur, ya da çok azdır. Bizim ev apartmanın beşinci katındaydı. Asansör de yoktu. Kapıya çıkıp babamın basamakları teker teker tırmanırken çıkardığı sesleri dinliyordum. Sesler yakınlaştıkça heyecanım daha da artıyordu. Basamaklarda babamın gölgesi ve ardından kendisi göründüğünde ilk önce omzuna baktım. Evet babam bir enstrümanla gelmişti. Heyecanım bir anda ve kısa bir süreliğine kocaman bir sevince bıraktı kendini. Babam bana gitar almış diye sevinçten havalara uçuyordum. Gitarımı bir an önce kılıfından çıkarıp elime almak istiyordum. 

Babam eve girince bana ilk söylediği şey "al bakalım sana gitar!" oldu. Sevinçten hiçbir şeyin farkında olamayacak kadar bilinçsiz bir şekilde babamın bana uzattığı enstrümanı aldım ve sabırsızca açmaya başladım. Kılıfın fermuarını tekne kısmından açtığımda  bir gariplik olduğunu farkettim. Kılıfı tamamen çıkardığımda ise garipliğin ne olduğu ortaya çıktı. Sapından tuttuğum şey bir gitar değildi. Hatta asla bir gitar değildi bu şey! Babamın al sana gitar diye bana verdiği şey bir gitar değil, bir bağlamaydı! Çirkin bir bağlama! Hayatımda çalmayı en son isteyeceğim müzik aleti! Bu aklımın ucundan bile geçmeyen aletten bir gün nefret edeceğimi hiç düşünmezdim. Kılıftan gitar yerine bağlama çıkması, ve üstelik o aptal bağlamanın bunu bana gitar iddiasıyla yapması, benim bağlamayla ilk karşılaşmamda ondan nefret etmeme neden oldu. Elimdeki enstrümana bakıp ondan müthiş bir şekilde iğreniyordum. 

Bağlamayı o an neden yere fırlatıp kırmadım diye hala çok merak ediyorum. Büyük ihtimalle babamdan korktum. Şimdi düşünüyorum da böyle bir şey yapsam babamın kalbini çok kırardım. Eğer bunu bilseydim, sanırım o bağlamayı elime aldığım anda paramparça ederdim. Çünkü bağlamaya olan hırsım babama olan kızgınlığımla bütünleşmiş gibiydi. O an ikisine de zarar vermekten zevk duyabilirdim. Fakat bunu yapmak yerine, abimle paylaştığım odaya koştum ve ağlamaya başladım. Bağlama elime yapışmış olacak ki ağlarken kucağımda onun da olduğunu hatırlıyorum. Bir süre sonra abim geldi odaya. Benim ağladığımı görünce sebebini anlaması çok zor olmadı. Benim gitar istediğimi o da biliyordu ve elimde gitar değil, bir bağlama vardı. Abimi en çok kızdıran şeylerden birisi, beni kendisinden başkasının üzmesidir herhalde. Başkasının beni üzmesine katlanamazdı ancak, kendisiyle de aramız hiç iyi olmadı. Sürekli kavga ederdik. Ama bana vurduğunu hiç hatırlamıyorum. Sürekli bağırırdı bana. Sonra babam da ona kızardı. Fena kızardı babam abime. O zaman da ben babama çok kızardım. Böyle bir döngü işte... Tipik iki çocuklu aile, ilk çocuğunda hata yapmış, ama hıncını yine ilk çocuğundan çıkarmış, ikinci çocuğunda bu hataları tekrarlamak istemeyen ana-baba kafaları... Sıradan, duygusuz, bağlarını yitirmiş olduğundan birbirine mecburiyetten tutunan, saçmasapan bir orta sınıf ailesi. Sıcak bir yuvadan çok, her akşam haberlerin izlendiği, bir süre para mevzularının tartışıldığı, bazen bağrışların koptuğu, asaletten nasibini hiç almamış boktan bir aile! Abim eve yine sarhoş gelecek mi, babam anneme bu sefer ne fırlatacak diye düşündüğüm çocukluğum var bir de... Ama ben alınmış derslerin mahsülüyüm; aynı hataların tekrarlanmaması için daha az dayak atılan çocuğum. Bana vurulacak tokat ve tekmeler abime çoktan atılmıştı. Beni azarlamamak için abim azarlanıyordu nasıl olsa. Annem babamın atacağı tokattan kaçınmak isterken bacağını masanın kenarına çarptığında ben sadece seyrediyordum. Tek yaptığım şey araya girmeye çalışmaktı. Babam abimi evden kovduğu gün ben salonda oturmuş bildiğim bütün duaları ediyordum sadece. Ben şiddete uğramadım yani. Ben yapılan hatalardan alınmış ders oldum en sonunda! Evin göz bebeği ben... Gurur duyulan ben... Ancak dedim ya, o ev haberlerden sonra para konuşulan, sonra da tartışılan ev. Bana duyulacak gurura yer yok o evin içinde. O gurur sadece komşularla var. Annemin ve babamın komşulara anlatacağı hikayeyim ben sadece. O yüzden benim sürekli bir şeyler yapmam gerek. Ailemin anlatacağı hikayesi olması gerek. Yoksa benimle evin dışında duydukları gurur da ortadan kalkacak! Keşke o gururdan kurtulabilsem... Neyse konuyu dağıtmayalım! 

Abim benim üzgün olduğumu farkettiğinde ilk söylediği sözler şuna benzer bir şeydi: "Oğlum niye ağlıyorsun! Gitar yerine bağlama gelmiş, ne var? Sonuçta sen yetenekli değil misin? Eline aldığın her şeyi çalabiliyorsun. Şimdilik elinde bu var! Bununla başla, bu aleti öğren şimdilik. Daha sonra da gitar alırız sana." Abimin sözlerini hep dinlerdim. Bana o gün söyledikleri de ikna ediciydi. Üstelik hoşuma da gitmişti. Beni bağlama ile barıştırdı o sözler. Daha sonra birkaç yıl tek başıma bağlama çalmaya çalıştım. Nasıl akort edileceğini bilmediğim için yedi teli birden aynı sese ayarlıyordum. Hangi sese ayarlayacağıma da flüt sayesinde karar veriyordum. Saatlerim o bağlamanın başında geçiyordu. Sonunda çaldığım ezgiler kulağa hoş da gelmeye başlayınca babam beni bir kursa yazdırmaya karar verdi. Ancak ben hocamı çoktan seçmiştim. Komşumuz Yıldız Teyze'nin oğlu Şahan Abi. Bugüne kadar tanıdığım en zeki ve en bilgili insan. Yıllar önce bunu ona söylediğim zaman bana bilginin epistemolojisinden bahsederek bu tezimi çürüttüğünde, onun tanıdığım en zeki ve bilgili insan olduğu düşüncesi bende daha da pekişmişti. 

Şahan Abi klasik batı müziği kompozitörü ve koro şefi. Fakat TRT'ye "kazandırdığı" Türk halk müziği derlemeleri de var. Harika bir sese ve Anadolu'ya özgü bir gırtlağa sahip. Gözlerini kapatıp içli bir türkü yaktığında onu dinleyenleri istediği her tür duyguya sürükleyebilir. Şahan Abi benim çocukken birlikte olmaktan en çok keyif aldığım insanların başında geliyordu. Bağlamada bir iddiası yoktu. Ama eminim aradan geçen onca yıldan sonra bile şu an ben bağlamada iddialıyım diyen birçok insanı cebinden çıkarır. Babamın ricasını kabul etmişti. Hatta bunu seve seve yapacağını söylemişti babama. Şahan Abi kesinlikle hayatımın en önemli karşılaşmalarından bir tanesi. İlk önemli karşılaşmam olduğu için benim için çok ayrı bir yere sahip. Diğer karşılaşmalarımı belki gelecekte anlatırım. Ama önce Şahan Abi'den başlamak isterim. Bu yazıda değil tabii. Şahan Abi kesinlikle ayrı bir yazıyı hak ediyor. 

Sanırım her şeyden önce ondan ilk öğrendiğim şey bağlamaya notaların hükmedemeyeceğiydi. Ancak metodik olarak işe nota eğitiminden başladık. Uzun bir süre bona çalıştık. Ne kadar sıkıldığımı anlatamam. Bir an önce bağlama öğrenmek istiyordum. Bu söylediğim biraz klişe olacak ama o zamanlar çalıştığımız nota ve bonanın daha sonra ne kadar işime yaradığını tarif etmem mümkün değil. İlkokulda sınıf öğretmenime notaları ve flüt çalmayı ben öğretmiştim. Ortaokul ve lise yıllarında da çeşitli etkinliklerde yer aldığımda nota bilgim hep işime yaradı. Şahan Abi benim nota bilgimden yeterince tatmin olduğunda sıra bağlamayı elime almaya gelmişti. Büyük an yani... Artık bir an önce doğru düzgün bağlama çalmak istiyordum. Şahan Abi bir gün dersin sonunda, benden diğer derse ilk öğrenmek istediğim türküleri belirleyip gelmemi ve bağlamamı getirmemi istedi. Sanırım haftada birden çok sefer buluşuyorduk. O yüzden diğer ders için ne kadar beklediğimi hatırlamıyorum. Diğer derse dair hatırladığım ilk şey, Şahan Abi'nin evinde pencerenin önündeki ikili koltuğa oturmuş, bağlamayı kucağıma almış Şahan Abi'nin gözünün içine bakıyorum. Akşamüstü olduğundan eminim ama. Şahan Abi sabahlarını piyanosunun başında geçirirdi hep. Tabii gece uyuduysa... 

Şahan Abi bağlamamı akort etmek için eline aldığında yüz ifadesi değişti. Onunla beraber benim de elbette. Bağlamanın burguları (bağlamayı akort etmeye yarayan, sapın kenarlarında tellerin bağlandığı parçalar) dönmüyordu. İşte o anda ilk defa babamın bana aldığı bağlamanın, piyasada olabilecek en kötü ve en çirkin bağlama olduğunu farkettim. Şahan Abi benim adıma üzülmüş olacak ki yanına beni de alarak babamla konuşmaya gitti. Babamı iyi tanır kendisi. Bana kolay kolay yeni bağlama almayacağını bilir. Zaten babamın bana o kadar kötü bir bağlama almasının sebebi de benim bir dönemlik hevesim yüzünden parasını boşa harcamak istememesiydi. Büyük ihtimalle girdiği en kötü bağlama dükkanında, olabilecek en başarısız imalata sahip bağlamayı aramıştı. Bulmuştu da. Şahan Abi babamı ikna etmek için benim ne kadar yetenekli olduğumdan söze başlayıp, bu bağlamada mümkün olduğunca ilerlediğimi; fakat bağlamayı çok daha iyi çalabilmem için bundan daha kaliteli bir bağlamaya ihtiyacım olduğunu söyledi. Fakat konuşmasının en can alıcı noktası böyle bir bağlamayı benim için tanıdığı bir arkadaşından çok ucuza bulabileceğini söylemesi oldu. Bu sözler babamı ikna etmeye yetti neyse ki. 

Sonunda eli yüzü düzgün bir bağlamam olmuştu. Evet artık bağlama derslerine başlayabilirdik. İlk çalmak istediğim türkü Şahan Abi'nin bana evde dinlemem için verdiği Arif Sağ-Belkıs Akkale kasetinden Seher Yıldızı türküsüydü. Bu türkü üzerine sanırım aylarca çalıştık. Bağlamanın temel tekniklerini bu türkü sayesinde öğrendim. Gerçekten bağlama öğrenmeye bu türküden başlamak olabilecek en iyi seçimlerden bir tanesi. Şahan Abi sayesinde bağlamayla ilgili iyi bir temele sahip olduğumu düşünüyorum. 

Bağlamada başlangıç noktasını belirledikten sonra Şahan Abi bana varış noktalarıyla ilgili sinyaller de vermeye başlamıştı. Bunu derslerden sonra oturup saatlerce dinlediğimiz plaklarla ve kasetlerle yapıyordu. Bir gün beni bağlamayla ilgili varabileceğim en uç noktalardan biriyle tanıştırdı. Yani bir kaset dinletti bana. Talip Özkan kasedi. Sadece bağlama çalıyor ve söylüyor. Başka bir enstrüman kullanmamış kasette. İhtiyacı da yok zaten. Talip Özkan Türkiye'de yaşamış en büyük bağlama sanatçılarından biri. Tam da bu yüzden o kadar ünlü değil. Hayatının büyük bölümünü Paris'te geçirmiş. Université de Paris, VIII, Nanterre 19'da etnomüzikoloji dalında doktorasını yapmış, emekli olana kadar Rotterdam Konservatuarı'nda dersler vermiş. Talip Özkan 2010'da, 71 yaşında vefat etti. Ölümüne kadar beş adet albüm kazandırdı bize. Bütün bu yazının asıl amacı bütün gün dinlediğim eserlerinden sonra onu da andığım bir şeyler yazmaktı. Talip Özkan'ın bana hatırlattıklarından, çocukluğumdan, ilk bağlama öğrenişimden, Şahan Abi'den bahsetmek istedim. 

Şahan Abi bir gün bana o albümlerden bir tanesini, Yağar Yağmur albümünü kasede kaydedip verdi. Eve gidip kasedi dinlediğimde bağlamayla varabileceğim en uç noktayı bulmuştum: Talip Özkan, "Rumeli Horonu". Bağlamayı elime alıp bu türküyü çalmak için uğraşıyordum her gün, saatlerce. Beceremeyince de kasetteki beni derinden etkileyen o içli türküye geçiyordum. İşte o zaman Talip Özkan'la beraber çalıyorduk, onun eşsiz açışından sonra... Bahsettiğim türkü "Girdim Yarin Bahçesine". Muhteşem bir Azerbaycan türküsü.    Lafı fazla uzatmadan bu iki türküyü de paylaşmak istiyorum. Önce "Rumeli Horonu", sonra "Girdim Yarin Bahçesine" türküleri, Talip Özkan'ın nasıl bir icracı olduğu hakkında az da olsa bir fikir verebilir diye düşünüyorum. Ben bağlama çalmaya başlayalı 15 yıldan fazla olmuştur herhalde. Bağlamayı her elime aldığımda "Rumeli Horonu"nu çalmayı denerim hep. Ve hala daha doğru düzgün çalmayı beceremem. Ben de "Girdim Yarin Bahçesine"'yi çalarım bu yüzden arkasından. 

Yanlış hatırlamıyorsam uzun süre önce burada Hisarlı Ahmet'ten bahsetmiştim. Ne müthiş bir ses! Onun türkü söyleyişini en güzel "gerçek" sözcüğüyle özetleyebiliriz sanırım. Talip Özkan ise Hisarlı'nın aksine çizgileri daha belirsiz. Boşlukta salınıyor ezgiler; gerçek olamayacak kadar güzel. Evet artık zaman geldi, benim de zaten okumalarıma dönmem lazım. Saat de geç oldu. Talip Özkan dinleyip bir makale daha okuyabilirsem ne mutlu bana! 




   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder