Pazartesi, Ekim 24

Büyü-cü

Eskiden büyücülerin belli bitkileri ve diğer şeyleri karıştırarak büyüler yaptıklarına inanılırmış (günümüzde de bu inanışa sahip kimseler mevcut elbette ama onlar eskideki kadar ilgi çekici değil). Sırf bu inanç yüzünden birçok insanın başına neler gelmiş; kimini yakmışlar, kimini taşlamışlar, kimini nehre atmışlar... Bazı toplumlarda ise büyücülerin itibarı çok yüksekmiş. Bu büyücüler daha şanslıymış tabii; toplumların bilge kişileri, doktorları olmuşlar, tanrıları veya hükümdarları olmuşlar. İçinde yaşadığımız çağda bu büyücüler pek itibarlı değiller artık. Bize öğretilen "akıl" ya da ussallık, günümüzde büyücü diye birşey olmadığını, buna inanmamamız gerektiğini söylüyor.  Ama eskiden büyücülerin etkisi çok fazlaymış besbelli; öyle ki ya öldürülmüşler, ya da tapılmışlar. Karışımlarla yaptıkları iksirler ya insanları ürkütmüş, kızdırmış, ya da onlara şifa kaynağı olmuş.

Bugün büyücüler "gerçek" olsa, bize deseler "alın size büyü tarifleri" ve böylece bütün karışımları bilsek... Acaba bu bilgi bizi de büyücü yapar mı? Aynı otları, sıvıları bir araya getirsek, acaba bakır tencerelerden büyük buharlar yükselip içindekiler fokurdamaya başlar mı kendiliğinden? Elde ettiğimiz iksiri içirsek birisine, istediğimiz şeye dönüşür mü o kişi? Acaba büyücü olmadan büyü olur mu yani? Sanırım büyücünün bu süreçteki rolünü unutmamak gerek. Neden Şirinler'de bütün büyüleri Şirin Baba yapıyor? Halbuki o da bütün iksirleri bir kitaba bakarak yapıyor. Prospero da sahip olduğu bütün güçleri okuduğu kitaplara borçlu. Biz de okusak aynı şeyleri, Şirin Baba'nın kitabına, Prospero'nun kütüphanesine sahip olsak, biz de olağanüstü güçlere sahip olmaz mıyız? 

Bence o karışımların içindeki en büyük bileşen büyücünün elleri. Büyücü  hünerli elleriyle insan aklının ötesine geçebilen karışımlar yapar. Bir prensi kurbağaya çevirir küçük bir karışımla mesela. Ya da bir kaç sihirli sözü birleştirip elindeki çubuğu doğrulttuğu yerler büyücünün hayal ettiği şeylere dönüşür. Bugün öyle büyücüler yok artık. Ama onlardan günümüze kalan bazı tarifler olabilir. Tarifler olsa bile, karışım için gerekli olan bitkilerin soyu tükenmiş olabilir veya bir şekilde ortadan kaldırılmış, gizlenmiş olabilir. Lokman Hekim ölümsüzlüğün formülünü bulduğunda Tanrı korkup bu karışımı yok etmemiş miydi? Demek ki neymiş ey insanoğlu? Aklının ermediğine ilişmeyecekmişsin! Ben şimdilik bu kuralı hiçe sayıyorum; sanırım ben bir tane formül/ tarif/ karışım buldum. Hatta büyünün gerçekleşme anına da tanık oldum. İşte bugün seninle bu anımı paylaşmak istiyorum. Bahsedeceğim formül, güzelliğin formülü. "Aşkın" bir güzellikten söz etmiyorum; bildiğimiz (?) "güzellik". 

Hani derler ya "güzelliğin tarifi olmaz" diye, zamanında birileri yapmış işte. En azından güzelliğin alt sınırlarını çizebilmiş bize. Tabii dilimiz bize güzelin kadınsı bir şey olduğunu dayatıyor. Şair (büyücü) de bu kurala uymuş. Ya da şöyle diyelim (şairin hakkını vermek için); bir kadının güzelliğini betimlemiş şairimiz. Biz de bir günaha girip, bir anlığına güzel olanı kadınla özdeşleştirelim. Yoksa aynı şair ilahi aşkı ve bir ruhani lidere olan aşkı da tarif etmiş zaman zaman. Yine de biz gözlerimizi kapatalım; o güzeli görmeye çalışalım. Ne görüyorsunuz? Hepimizin gördüğü şeyler birbirinden farklıdır eminim. Şimdi dikkat sevgili okuyucu! Birazdan güzelliğin tarifine sahip olacaksın. Üstelik büyücüsüyle birlikte. Formülü Sıdkı yazıya dökmüş uzun yıllar önce. Ölene kadar güzelliğin büyücüsü o olmuş. Bugün artık yeni bir büyücümüz var: Erkan Oğur. Formülü veriyorum: 

Zulf-ü kâküllerin amber misali
Buy-u erguvandan güzelsin güzel
Kızarmış gonca gül gibi yüzlerin
Şah-ı gülistandan güzelsin güzel

Yüzünde yeşil ben aşikar olmuş
Çekilmiş kaşların zülfikâr olmuş
Gözlerin aleme hükümdar olmuş
Muhr-i süleyman'dan güzelsin güzel

Kurulmuş göğsünde bahçe-i vahdet
Hatmolmuş kadrinle tûbayı hikmet
Cemalin seyreden istemez cennet
Sen huri gılmandan güzelsin güzel

Gözlerin velfecri benzer imrân'e
Seni seven âşık olur divane
Yanakların şûle, vermiş cihana
Yüz mahı tabandan güzelsin güzel

Çiğ düşmüş çayıra benzer yüzlerin
Âşıkın öldürür şirin sözlerin
Mısrın hazinesi değer gözlerin
Zühre-i rahşandan güzelsin güzel

Sıdkı der suretim hattın secdegâh
Cümle güzellere oldum pişegâh
Güzeller tacısın yüzün padişah
Yusuf-u kenan'dan güzelsin güzel

Böyle okuyunca birşey olmadı değil mi? Büyücü faktörü işte bu yüzden önemli. Aynı sözleri bir de Erkan Oğur'dan dinleyelim. O zaman sanırım ne demek istediğimi daha iyi anlatmış olacağım. Aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz "güzellik"e.

http://fizy.com/#s/1aj3e7 

Bazı insanlar bu sözlerden ve söyleyenden o kadar etkilenmiş ki, tarif edilen güzelliğin bir insana ait olabileceği fikrini bir türlü idrak edememişler. Onlara göre bu güzellik ya bir peygambere ya da Tanrı'ya ait. Bir insan, hele ki bir kadın, günah nesnesi, Sıdkı gibi müstesna bir kişilik tarafından asla böyle betimlenemez diyor bu "bazıları". Neyse, ben onları boşveriyorum. Diyelim ki Sıdkı aşık olduğu kadını değil de "aşkın" bir şeyi tarif etti bu sözcüklerle. Bundan ne çıkar? Ben Sıdkı'nın bir şeyin ne kadar güzel olduğunu betimlemek yerine, güzelliğin kendisini betimlediğini varsayıyorum. Neden mi? Çünkü böyle daha "güzel".







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder